Yaşasın elektrik!

®
Çok Okunanlar

Yıl sonunda hedef satılan her 4 araçtan 1’inin elektrikli olması

Premium segmentin lideri Mercedes-Benz, 2024’ün ilk çeyreğinde gerçekleştirdiği 6.550 adetlik satışla liderliğini sürdürüyor. Geçen yılın ilk üç ayına göre...

Stellantis, Yenilikçi LiDAR Teknolojisiyle Sürüş Destek

Dünyanın en büyük mobilite şirketlerinden Stellantis, yeni nesil yüksek performanslı LiDAR (Işık Algılama ve Mesafe Belirleme) teknolojisinin geliştiricisi SteerLight'a...

En fazla ihracat Fransa’ya yapıldı…

Türkiye İhracatçılar Meclisi verilerinden yaptığı derlemeye göre, ocak-mart döneminde ülke ihracatına yüzde 2,4 katkı sağlayan Sakarya; İstanbul, Kocaeli, Bursa,...

Test Sürüşü: MG ZS Benzinli Luxury Plus 1.0T-GDI

Yazar-Fotoğraf: Özgür Sunay MG ZS kompakt suv aracı ZS benzinli modeli Luxury Plus 1.0litre 6 İleri / Otomatik versiyonu test...

Pek çok farklı ülkeden çok sayıda üreticinin en yeni modellerini test ettik. Temelde araçları 2 gruba ayırmak mümkün: Tam elektrikliler ve melezler (hibrid). Karbon yakıtlı araçlardan elektriklilere geçişte bir ara ürün olarak görebileceğimiz melez araçlar, dışarıdan bakıldığında geleneksel içten yanmalı motora sahip (benzinli ya da dizel) kardeşlerinden sadece üzerlerindeki “hibrid” yazıları ile ayrılırken, tam elektrikli otomobiller, kendilerine has bir tasarım dili geliştirmeye başlamışlar. Melezlerle tam elektrikliler arasındaki tasarım dili farkını oluşturan en temel etken, doğal olarak, depolanan “yakıt” ve enerjinin harekete çevrilmesindeki farklar. Oldukça ağır olan elektrik depolama birimleri, elektrikli araçların tabanı boyunca yer alırken, içten yanmalıların yakıt depoları genellikle arka koltuğun altında. Bu da araçların ağırlık dağılımlarında, buna bağlı olarak mühendislik hesaplamalarında ve en nihayetinde tasarımda farklılığa neden oluyor. İçten yanmalı motorlar yakıttan ürettikleri ısıyı harekete çeviren makineler oldukları için bu motorların kendileri de ısınıyor ve bu nedenle soğutulmaları gerek.

Elektrikli araçlardaysa böyle bir ihtiyaç yok ve bu nedenle yüzyılı aşkın süredir görmeye alıştığımız ve pek çok marka için “alamet-i farika” olan radyatör ızgaraları, elektrikli otomobillerde yok. Gerçi BMW gibi bazı markalar, marka geleneklerini sürdürmek adına hâlâ bu ızgaraları kullanıyor ama bunlar artık işlevi olmayan, sadece görsel geleneğin devamına yönelik tasarım detaylarından ibaret. İçten yanmalı motora sahip araçlardan aşina olduğumuz aktarma organları da elektriklilerle birlikte tarihe karışıyor; bu da araçların orantılarında değişimlerin habercisi. Tasarım ani ve dramatik şekilde değişirse, tüketicilerle ürün arasında yabancılaşma olacaktır; işte bu nedenle üreticiler en azından şimdilik -ve önümüzdeki bir kaç 10 yıl boyunca- otomobil tasarımlarında temel orantılara ve genel geçer silüete sadık kalacaktır diye düşünüyorum.

Dış tasarımda yavaş ama belirgin bir dönüşüm gerçekleşirken, özellikle gösterge panellerinde de işler çok değişiyor. 30 yıl öncesine kadar sadece ibreli yuvarlak göstergeler varken, elektroniğin gelişimiyle birlikte bu göstergelerin yanına dijital göstergeler katılmaya başladı. Daha sonra bu dijital göstergeler büyüdü ve daha fazla sayıda detay bilgisini dunar oldu. Tıpkı ilk zamanlar tek renkli ve çok basit olan cep telefonu ekranlarının yıllar içinde çok renkli olması, büyümesi ve en nihayetinde deokunmaya duyarlı bir ekranın telefonun tüm yüzeyini kaplaması gibi, teknoloji ilerledikçe araçların göstergelerinde de kabaca son 30 yılda büyük değişimler yaşandı. Kişiselleştirme seçenekleri dahilinde renkleri ve tarzları değiştirilebilen göstergeler, bugün artık tamamen bilgisayar oyunu görsellerine dönmüş durumda. Konsolun üst kısmında yer alan ve saat, dış ısı, çoklu-medya vb ekranı olarak kullanılan minik ekranlar da giderek büyüdü ve günümüz modern tasarım anlayışında hemen hemen tüm otomobillerin konsollarının üst kısmında bir “tablet” var. O tablet -bana göre çok çirkin bir şekilde- konsolun üst kısmına “asılmak” yerine, nihayet kokpit tasarımının içine dahil edilmeliydi. Ki şimdilerde yavaş yavaş bunun gerçekleştiğini görüyoruz. Hem teknolojinin ilerlemesi, hem de giderek ucuzlaması sayesinde artık gösterge panelinde, konsolda, hatta kimi araçlarda konsolun hiç beklenmedik kısımlarında bile dokunmatik renkli ekranlara rastlanıyor. Testte kullandığım araçlardan biri olan Jaguar IPace’in konsolu bu anlamda oldukça zengin örneklerden biriydi. Özetlersek, elektrikli araçlar -teknolojiyi de arkalarına alarak- gerek iç, gerekse dış tasarımda kendi dillerini oluşturmaya başlamış durumda. Benim tahminim, at arabasından “otomobil”e geçişteki kadar büyük farklara sahip olmasa da, elektrikli otomobillerin kendilerine has tasarım dillerinin yıllar içinde bugünkünden çok farklı yönlere evrileceği.

Araç bazında tek tek inceleme yerine, genele bakmak şu noktada bana daha sağlıklı görünüyor: Yeni otomobillerin hemen hepsinde süspansiyon ve direksiyon kaynaklı ortak bir his var. Daha doğrusu bir hissizlik. Testte Tesla’dan Jaguar’a, Honda’dan Citroen’e dek çok farklı markaları kullanırken, 2 marka hariç tüm otomobillerde aynı hissizliği yaşadım: Sanki yol ile aramda 50 santimlik bir kauçuk tabakası varmış ve araç bu tabakanın üzerinde yüzüyormuş gibi. Bunun bir devamı olarak, servo direksiyonları da -özellikle Tesla ve Jaguar’da- beklenmedik derecede ağırdı. Yüksek hız kullanımında bu kauçuk hissi, konfor olarak geri dönebilir, ancak, benim gibi araçla ve yolla bütünleşmeyi seven bir sürücü iseniz, bu kauçuk hissi, kullanım zevkini büyük oranda törpülüyor. Bu hissin aracın elektrikli olmasıyla bir ilgisi yok, tamamen süspansiyon ve direksiyon geometrisi ve ayarlarıyla ilgili. Bir otomobil, rakipleri kadar yüksek konfor sunmasına karşın, hiç de kauçuk üzerinde yüzer gibi olmaması, hafiflik ve netlik hissiyle öne çıktı benim için: DS7 Crossback. Eski bir Focus kullanıcısı olarak, biraz “ağır” bir direksiyonun sürücüyü zemin ve aracın anlık dengesi / yol tutuşu hakkında çok daha fazla bilgilendirdiğini ve kullanım zevkini de kesinlikle artırdığını iyi bilirim. DS7 testteki en hafif direksiyona sahipti, ama yolu en iyi hissettiren ve en net direksiyon hissi de ondaydı. Ve bu birinciliğin oldukça “açık ara” bir birincilik olduğunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Citroen’in lüks alt markası olarak ortaya çıkan DS, markanın Türkiye yetkililerinin bilgilendirmesine göre, an itibarıyla ana firmadan tamamen ayrılıp bağımsız bir üretici hâline gelmiş. 90’lara kadar, ürettiği hemen her modelin sıradışı teknolojisi, tasarımı ya da ilginç özelliklere sahip oluşuyla, her zaman çok özel bir üretici olan Citroen’in kanatları altında bu işe başlayan DS, çok emin adımlarla ilerliyor. Zaten çevrenize baktığınızda bunu rahatlıkla görebilirsiniz: Son 2-3 yıl içinde yollardaki DS sayısı farkedilir şekilde arttı. Test ettiğimiz DS melez bir araçtı, ancak tam elektrik için ülkemizin altyapı hazırlığının tam olmadığını ve tam elektriğe geçiş için 8-10 yıla ihtiyacımız olduğunu düşünürsek, bu süre zarfında melezlerin şansı ve işlevselliği bir süre daha yüksek kalacaktır diye düşünüyorum.

Bu arada, konunun çok daha yakınında olmayan ama merak edenler için basit bir teknik açıklama da yapalım: Örneğin 1.6 benzinli bir aracınız var diyelim: Teknik özelliklerde aracınızın, örnek, 5000 d/d’de 125 HP olduğu yazılı. Bu değer sadece motor 5000 d/d’de iken geçerlidir, örneğin kalkışta araç rölantinin hemen üzerindeyken ya da vites büyüttüğümüz ortalama 2500-3000 d/d civarlarında bundan çok daha azdır motorun ürettiği güç. Motorun asıl yük çekme yeteneği olan tork ise bambaşka bir hikâyedir: Motorunuz en yükse gücünü 5000 d/d’de üretirken, en yüksek torkunu bambaşka bir devirde (örneğin 3000-3500 d/d’de) üretir. En yüksek tork devrinde motor güçsüzdür, tork devri aşıldığı an tork düşmeye beygir gücü yükselmeye başlar, en yüksek beygir gücü devrine ulaştığınızda tork iyice düşmüştür. Araçlarda “vites”ler motoru işte bu çok kısıtlı “verimli devir bandı”nda tutmak için vardır. Bu arada yine bir fizik kuralı olarak; motor ile tekerlek arasına ne kadar çok sayıda dişli, zincir, şaft vb koyarsanız, o kadar çok enerji kaybı yaşarsınız. Elektrik motorları bu anlamda emsalsizdir: Örneğin 100 kW’lık bir elektrik motoru, hangi devirde olursa olsun 100 kW güç üretir, torku da harekete geçtiği ilk andan en yüksek devrine kadar daima en yüksek seviyede sabittir. Bu nedenle elektrikli motorlar çok yüksek verime sahiptir. Bu verimlilik sayesinde vites kutusuna ihtiyaç kalmaz, bu anlamda da, aktarmadan kaynaklı enerji kayıpları en aza iner.

Hâlâ manuel vites kullanmaktan keyif alan, otomatik vitesten nefret eden ve hızlanmaya eşlik eden temiz ama biraz vahşi bir motor sesine bayılan bir sürücü olarak, elektrikli otomobillerde vites olmaması benim için büyük bir eksiklik. Ancak dünyanın geleceğini bırak, bugününü düşünüyorsak, karbon yakıtlardan bir an önce kurtulmak gerek. Evet yüksek torklu bir dizeli ya da seri bir benzinliyi manuel vitesle kullanmak büyük keyif ama, bu dizelleri ve benzinlileri kullanmaya devam edersek, araba kullanma zevki tadacağımız bir dünya kalmayacak! Yaşasın elektrik!

Yazar-Gökçer Alp

Son Haberler

Test Sürüşü: MG ZS Benzinli Luxury Plus 1.0T-GDI

Yazar-Fotoğraf: Özgür Sunay MG ZS kompakt suv aracı ZS benzinli modeli Luxury Plus 1.0litre 6 İleri / Otomatik versiyonu test...

Diğer Haberler