Yazar | Gökçer ALP
1950’lerde ve 60’larda yayınlanan ve 2000’li yılları anlatan çizgiromanları incelerseniz, uçan otomobiller görürsünüz; ancak ne hikmetse, havada uçacak kadar teknoloji ve bol enerji kaynağı bulunmuş olmasına karşın, araçların tasarımı Citroen DS’tir hâlâ. Bu aslında biraz sinematografik diyebileceğimiz bir olgunun sonucudur: İnsanlara, daha önce hiç görmedikleri biçimlere sahip bir şeyler gösterirseniz, ne gösterdiğinizi anlamazlar, illâ ki açıklamanız gerekir “Gelecekte filanca cihazlar böyle olacak” diye. Daha kolay olan yol, bugün zaten tanıdıkları nesneleri geleceğe götürmektir, bu sayede fazladan açıklama yapmanıza gerek kalmadan anlarlar gösterdiğiniz / izlettiğiniz nesnenin ne olduğunu. “I robot” filminde tüm otomobillerin Audi R7 bazlı olmasıyla, 1960’larda yayınlanan çizgi romanlardaki uçan otomobillerin Citroen DS olması aynı sebeptendir. Bunun bir sebebi daha vardır aslında: Yaşadığınız çevrede bildiğiniz, tanıdığınız, gördüğünüz en teknolojik ve gelecekçi tasarım neyse, ister istemez geleceği de onu baz alarak hayal edersiniz. Bir şeyin nereye gittiğini anlamak için bakılacak 2 şey vardır, nereden geldiği ve şu an nerede olduğu. Ulaşım karada başlamış, oradan nehirlere ve durgun sulara geçmiş, sonrasında denizler ve okyanuslar aşılmıştır, nihayetinde de hava ulaşımına geçilmiştir ki; gerek hız, gerekse kullanılan teknoloji bakımından en gelişmişi hava ulaşımıdır. Şu halde, gelecekte ulaşımdan bahsedeceksek ibreler ister istemez gökyüzünü gösterecektir. Öte yandan, istediği kadar havada uçsun, geleceğin ulaşım araçları, bugünkü otomobillerimizin yerini alacağı için hâlâ otomobil olarak kalacaktır; bu yüzden de görsel olarak hâlâ “otomobil” gibi görünmelidir. Otomobilin en gelişmiş hâli nedir? Zevkler ve renkler değişse de, büyük çoğunluk için zirve noktası spor otomobillerdir. İşte bu yüzden gelecekte kullanılacak olan bireysel ulaşım araçları hâlâ otomobil olacak ve en gelişmiş ulaşım biçimi olan hava ulaşımını kullanmak üzere uçabileceklerdir. Tabi ki bütün bu öngörüler, demin bahsettiğim 2 temel şeyin etkisi altında şekillenmektedir. Eğer konuya yakıt ve enerji verimliliği, çevre, trafik, şehirleşme gibi açılardan bakacak olursak, uçan otomobiller düşünülebilecek en korkunç çözümdür. Canlı sağlığı üzerinde hiç bir etkisi olmayan ve sınırsız çevrime sahip yepyeni bir enerji kaynağı bulunmadığı sürece tabi.
BEN KENDİM KULLANIRIM…
Geleceğin otomobilleri ile ilgili bir diğer yaklaşımsa; kendi kendini kullanan kapsül şeklindeki araçlardır. Bu yaklaşımı ortaya atanların, otomobilin aynı zamanda bir zevk aracı, bir statü ve yaşam tarzı göstergesi olduğunu göz ardı ettikleri açıktır. Almanya’nın hız sınırı olmayan otobanlarında 300 km/s ile araba kullanan bir Ferrari sahibine, ya da araçla birlikte gelen özel yapım şemsiyesi bile yüzlerce pound değerindeki bir Rolls Royce’ün lüks meraklısı sahibine, en düşük gereklilikler çerçevesinde tasarlanmış bir kapsülü satamazsınız! O kadar uzağa bile gitmeye gerek yok; benim gibi çok sürücü var otomatik vitesten bile hoşlanmayan. Çünkü otomobil “sürmek” bir zevktir ve bu zevkin büyük kısmı, o araca hâkim olma hissinden kaynaklanır; otomatik vites sürücünün tekerlek – motor eşleşmesindeki insiyatifini elinden aldığı için sürüş zevkinin yarısını götürür. Bizim gibilere otonom denen ve kendi kendini kullanan otomobiller satamazsınız örneğin.
DÜŞEY TRAFİK
Son yıllarda Google da dahil çok sayıda girişimci, geleceğin otomobilleri üzerine çözüm önerileri sunmaya başladı. Pek çok insan Google’ın bireysel aracını çok beğendi, ben ise bu aracın tam bir öngörüsüzlük abidesi olduğu görüşündeyim. Neden mi? Birincisi; bugün yüzyüze olduğumuz hava ve çevre kirliliği, yoğun trafik, iklim değişikliği gibi sorunların tamamında en büyük pay sahibi bireysel ulaşımdır. Elektrikli ya da hidrojen yakıt hücreli araçlar bu anlamda kalıcı bir çözüm üretemez; zira bu tür araçların doğayı daha az kirlettikleri gerçeğine alışılır alışılmaz, bu araçların sayısı katlanarak artacak ve dönüp dolaşıp benzeri sorunların yeniden ortaya çıkmasına neden olacaktır. Ayrıca çevresel sorunlara bir nebze çözüm getirse de, trafik sorunu katlanarak artacaktır. Uçan araçlar hayal etmenin mantığı biraz da bu trafik sorunuyla ilgilidir: Çok katlı bir trafik akışı. Trafik yoğunlaştıkça uçan araçlar başka sanal katlara yönlendirilecek, ya da tıpkı gökdelen asansörleri gibi belli yönlerde giden araçlar belli katlarda trafiğe katılacaktır. Bunun trafik keşmekeşini bir nebze azaltması öngörülebilir, ancak istediğiniz kadar uçun, bir yere “konmak” zorunca kalacaksınız, işte bu konma bütün çözümlerinizi taca çıkaracaktır. 6 şeritli bir yol düşünün; sonunda 2 şeride düşüyor. 6 şeritli yol ne kadar trafiği kaldırabilecek olursa olsun, yolun genelindeki trafiği sondaki 2 şeritli kısım belirleyecektir: 2 şeritli kısımdaki yığılma ve sıkışıklık, 6 şeritli kısımdaki akışı da bozar. Araçları farklı yüksekliklerde yer alan sanal caddelerde uçursak da, ineceğimiz yerdeki trafik ya da koşullar neyse, havadaki trafiği de o belirleyecektir.
TASARIM
Sinematografik şartlanmaları bir kenara bırakırsak, geleceğin otomobilleri havada uçacak ya da hava yastıkları üzerinde ilerleyecekse, tasarımlarının bugünkü otomobillere benzemesi son derece saçma bir beklentidir. Bugün kullandığımız otomobiller at arabalarına benziyor mu? Elbette ki hayır. İlk zamanlar benzerdi, çünkü “araba” denince akla gelen şey oydu. Ancak 100 yıl içinde kendi tasarım dilini oluşturan otomobiller, bugün artık at arabalarına zerre kadar benzemiyor. Uçan ya da hava yastıkları üzerinde veya manyetik kaldırma/iteleme ile ilerleyen bir aracın, tekerleklerinin olmayacağı açık. Ayrıca bu tarz araçlarda içten yanmalı motorlar da yer almayacak. O halde neden hâlâ ön çamurluk-ön kapı-arka kapı-arka çamurluk şeklindeki standart sedan profili ya da ön çamurluk-kapı- arka çamurluk şeklindeki coupé tasarımı baz alınsın ki?
ASIL SORU
Gelecekte hâlâ bireysel ulaşım araçlarını kullanıyor olacaksak, sormamız gereken en temel soru, gezegenimizin bunu kaldırıp kaldırmaycağıdır. Bugünkü teknolojimiz ve seyahat şekillerimiz, yakıt verimliliği konusunda berbat. En verimlisi dizel, o bile %35’ten fazla verimli değil. Dizel araçlarda yaktığmız 100 litre yakıtın 65 litresi boşa yanıyor! Şu halde öncelikle yeni ve sonsuz çevrime sahip bir enerji kaynağını kullanan bir motor bulmak gerekiyor. Manyetizma? Belki… Peki yoğun trafikte manyetik alanla çevrili binlerce aracın hem sürücülere hem de çevredeki diğer canlılara etkileri ne olacak?Evrende en bol bulunan element olan Hidrojen? Geçici bir süreliğine belki… Egzostunda su buharı atıyor diye çevreci olduğunu düşünebiliriz, ama milyonlarca aracın yayacağı toplam su buharının da en nihayetinde küresel bir etkisi olmayacak mı? Çözümü yanlış yerde ya da yanlış şekilde aradıığımız ortada. Yapılması gereken, sadece yakıt açısından değil, trafikte kapladığı yer açısından da en ekonomik çözümü geliştirmek. Nüfus artmaya devam ederken, bi yandan da biresysel ulaşımın yaygınlaşması trafiğin de, çevresel felaketlerin de çözümü olamaz!