Küresel korona salgınının üstesinden geleceğiz

®
Çok Okunanlar

MICHELIN’İN POLONYA OLSZTYN’DEKİ ÜRETİM TESİSİ İLE İLGİLİ AÇIKLAMA

MICHELIN’in Polonya Olsztyn’deki üretim tesisi, Kamyon ve Binek Otomobil lastiği pazarındaki gelişmelere daha iyi yanıt vermek adına dönüşümden geçiyor. Michelin,...

Volvo Car Turkey’de Pazarlama Direktörlüğü’ne Yeni Atama

Kurulduğundan bu yana teknolojisini geliştirirken her zaman insanı odağına alan İsveçli otomobil üreticisi Volvo Cars’ın Türkiye operasyonunda üst düzey...

Petrol Fiyatları Pazartesi günü geriledi…

Petrol fiyatları, Orta Doğu'daki ateşkes umutları ve ABD Merkez Bankası'nın (Fed) faiz indirimlerinin zamanlamasına ilişkin artan belirsizlikler nedeniyle Pazartesi...

Batarya maliyetleri 15 yıldan kısa bir sürede yüzde 90 geriledi

Londra Uluslararası Enerji Ajansının (IEA) Bataryalar ve Güvenli Enerji Dönüşümleri Özel Raporu'na göre, düşen maliyetler, inovasyondaki ilerleme ve destekleyici endüstriyel...

Motor yağı ve katkısı uzmanı Alman şirketi LIQUI MOLY’nin Genel Müdürü Ernst Prost, çalışanlara yönelik sirkülerinde, korona krizinden çıkış yollarına işaret ediyor.

Ernst Prost bu sirkülerinde, “varsayımlar, yarı gerçekler, kişisel görüşler ve çelişkili hareket tarzlarını” ve bunların şu anda neden hiç yapıcı olmadığı konusunu ele alıyor.

Ernst Prost bu sirkülerinde, bu küresel salgının etkilerine karşı neden savaş söylemlerinin değil ancak uzmanlık bilgisinin ve sıkı çalışmanın işe yarayacağını anlatıyor.

Ernst Prost bu sirkülerinde, “insanın yaratıcılık gücünün ve bunun için gereken buluş yapma ruhunun” şimdiye kadar sadece “rakamlara” yaslanan yaklaşımlar nedeniyle haksız yere ihmal edildiğini anlatıyor.

“Korku ruhu kemirir / her kafadan ayrı ses çıkması korkuya yol
açar”

Sevgili çalışma arkadaşlarım,

“Korku Ruhu Kemirirler”. Rainer Werner Fassbinder’in 1974 yapımı
filminin adı buydu. Filmi izlemiş olmanız gerekmez. Ama kasten
yanlış dilbilgisiyle kurulmuş bu cümle, zihnime kazındı. Korku
duygusu hepimizde vardır. Kaybetme korkusu, ilişki korkusu,
başarısızlık korkusu, ölüm korkusu. Bize korku verebilecek şeylerin
listesi uzadıkça uzar. Asteriks’le Obeliks’teki Galyalılar sürekli olarak,
göğün tepelerine düşeceğinden korkarlardı. Evet, şimdi buna
gülüyoruz. Ancak korkuların hepsi aslında bir şekilde akıldışı,
gerçeküstü ve ürkütücü değil mi??? Kabuslarla ve temel korkularla
boğuştuğumuz bir uykudan ter içinde uyanmak. Açıkçası ben bunu
sık yaşıyorum. Bazen kafamdaki bulanık ve karanlık korku
hayaletlerini kovalayana kadar birkaç saat geçmesi gerekiyor. Korku
insanın iliklerine işler, bilincimizin derinliklerini etkiler. Ama olsun,
öyleyse korku da hayattaki, hoşumuza gitmeyen başka birçok şey
gibi gayet normal bir şey demektir.
Şu anda beni en çok korkutan şeyin ne olduğunu biliyor musunuz?
Şu her kafadan ayrı ses çıkması… Hükümetin ve eyaletlerin iktidar
merkezlerinden ve yetkili kurumlarından, uzman kuruluşlarından,
bilimin sırça köşklerinden, kanaat fabrikalarından ve TV’lerdeki
söyleşi programlarından vatandaşın kulağına çalınan “laf salatası”.
Uzmanın veya politikacının biri zamanından önce tehlike geçti işareti
verilmesinin tehlikelerine karşı uyarırken bir başkası gözündeki sağlık
bakanlığı gözlüğüyle tünelin sonundaki ışığın şimdiden göründüğünü
müjdeliyor. Aynı anda biri şöyle, biri böyle konuşuyor. Aralıksız olarak
korkutuluyoruz, düşüncelere boğuluyoruz, ikaz ediliyoruz,
heyecanlandırılıyoruz, bir şeylere zorlanıyoruz, itirazlarla
karşılaşıyoruz, sıkıştırılıyoruz… Elbette gayet ciddi tartışmalar da
dönüyor ve tabii ki tekrar tekrar başka uzmanlara ve politikacılara
danışılıyor. Bir taraftan bazı şeylere müsaade bile etmek istemiyorlar,
öbür taraftan kâh bazı şeylerin üstüne hesapsızca atlanıyor kâh
önlemeye çalışılıyor kâh tartışmaya açılsın deniyor.
Koruyucu maskeye evet mi hayır mı? Yoksa belki mi? “Bir tek kişi
bile işten çıkartılmayacak.” (Ekonomi Bakanı Altmaier). Saniye
geçmeden: “Kendimizi ciddi, derin ve uzun vadeli kesintilere
hazırlamalıyız.” (Ekonomi Bakanı Altmaier). “Yakında hepsi
geçecek.” “Paskalya veya Hamsin Yortusundan önce ekonominin
çabucak veya yavaş yavaş hızlandırılması da pek mümkün
gözükmüyor.” Korku, her şeyin belirsiz olduğu durumda ortaya çıkar.
Örneğin karanlıkta (veya körseniz… ya da körler tarafından
yönetiliyorsanız). Hiçbir şey bilmemelerine rağmen bilgiçlik
taslayanlara (örneğin yetkili mercilere) kulak verdiğinizde durum çok
daha dehşetengiz oluyor. Günler uzayıp insanların canı sıkıldıkça (ya
da seçimleri kazanmak istediklerinde) iyice saçmalamaya başlıyorlar.
E tabii ne de olsa vatandaşlara ve halka, korku ve kaygı içindeki
insanlara bir şeyler söylemeleri gerekiyor. Söylediklerinin de güçlü
ifadeler olması, kısmen de olsa olgulara dayanması gerekiyor. Ama
halkın temsilcilerinden biri kaygılı şekilde kırışmış alnıyla kameraya
dönüp krizi bir sürat yarışı gibi görmeyip daha ziyade maratona
benzediği konusunda uyarıyor. Buna karşılık başka bir bakanlığın
veya öteki partinin sözcüsü, yükseliş eğrisinin alçaldığını müjdeliyor…
Ama eskimiş verilerden hareketle.
İşte bütün bunlar korkuya yol açıyor ve “neler olduğunu ve ne
yapmamız gerektiğini bilen kimse yok mu” sorusunu doğuruyor. Diğer
bir soru da neden bu kadar çok sayıda yüksek makamın, politikacının
ve uzmanın bir şey biliyormuş, hatta derhal ve alternatifsiz olarak
yapılması gerekenleri biliyormuş gibi davrandıkları ve bunu bizlerle
paylaşmak istedikleri. Biz vatandaşlara, varsayımlar, yarı gerçekler,
kişisel görüşler ve çelişkili hareket tarzlarıyla açıklamalar yapılması
ve şu anda neler yapılması ve nelere izin verilmesi gerektiğinin
söylenmesi gerçekten saçma oluyor. İsterse mantıklı veya anlamlı
olsun. E tamam, Bavyera’daki Baumarkt koronadan dolayı
kapatıldıysa o zaman ben de Baden-Württemberg’dekine giderim.
Hayır, kimse kafa karışıklığı yaratmak niyetinde değil ama şu anda
gerçekleşen (daha doğrusu yapılan) tam da bu. Yalan söylüyorlar da
demiyorum. Bazı ifadeler tamamen üzüntüden (veya umuttan)
kaynaklanıyor, bazı sözlerse olgulara ve gerçeklere çelişkili
yaklaşımlardan kaynaklanıyor. Güven yaratmak böyle olmaz. Bu
şekilde ancak korkuları beslersiniz…

BİZ kendimizden emin ve iyimser, korkusuz ve yapıcı yaklaşımımızı
kaybetmeyeceğiz!!

Saygılarımla
Ernst Prost
Genel Müdür

“Mücadele mi savaş mı?”
Hepinize günaydın! Yeni iş haftasına hoş geldiniz!
(Diğer ülkelerdeki çalışma arkadaşlarımızın bir çoğu bugün yine tüm
çalışkanlıklarıyla işlerinin başında).
“Musluğu her açtığımda su temiz ve duru bir şekilde akıyorsa yüce
tanrıma şükrediyorum.” 90 yaşındaki teyzemin bu cümlesi, musluğu
her açtığımda benim de aklıma geliveriyor. Bu dünyada ve
hayatımızda hiçbir şeyin garantisi yoktur. Şükretmek ve hayattan
zevk almak için o kadar çok sebebimiz var ki. Tanıdıklarım arasında
İkinci Dünya Savaşı’nın vahşetini görüp geçirmiş ve hâlâ hayatta olan
sadece bir avuç insan kaldı… Başka savaşlarda (Yugoslavya, Sudan,
Suriye, Yemen, Ukrayna) korkunç şeyler yaşamış ve halen
yaşamakta olan iki düzine insan da tanıyorum… Yiyecek ve temiz su
bulabilmek, tıbbi destek alabilmek, özgürlük ve demokrasinin
nimetlerinden faydalanabilmek ve hiç kimsenin namlusunun ucunda
olmamak bir lütuftur… Başınızın üzerinde bir çatının olması, üşümek
zorunda kalmamak ve barış içinde yaşayabilmek bir lütuftur.
Biz insanların üzerinde durduğu buz tabakasının ne kadar ince
olduğunu bu küresel salgında görüyoruz. Ancak bu bir savaş değil!
Hayır, bu bir mücadele! Burada amaç insanları öldürmek değil, onları
kurtarmak. Mücadele ile savaş arasındaki fark budur. Savaşta
hayatlar yok edilir, mücadelede ise hayat korumaya alınır. Dolayısıyla
mücadele yardım, kurtarma, fedakarlık ve sevgiyle ilgilidir.
O halde biz lütfen bu hafta da mücadele etmeye devam edelim! Bu,
adil ve bir o kadar da gerekli bir mücadele. Herkes kendi yerinde
elinden gelen gayreti gösterir, hatta elinden gelenden daha da
fazlasını yapar ve bir mücadeleyi kazanmak için önemli bir katkıda bulunursa ekip, kadro, tüm toplum veya bizim gibi bir şirket de
kazanacaktır. Burada kazanmaktan kasıt hayatta kalmak, istihdamı
korumak ve iyilik yapmaktır.
Bu nedenle ricamı tekrarlıyorum: Gelin tüm gücümüzle, beynimiz,
yüreğimiz ve ellerimizle mücadele edelim, kazanalım ve iyilik
yapalım. Hem müşterilerimiz, hem kendimiz, hem de birlikte
yaşadığımız tüm insanlar için.
Bu noktada bir başka musluğa da değinmek isterim; petrol
musluğuna. Her yerde okuduğumuz gibi OPEC, tabiri caizse
“dramatik” bir petrol tedarik kısıtlamasına gitmeye karar vermiş.
Petrol ihraç eden ülkeler Mayıs ve Haziran aylarında günde 10
milyon varil daha az petrol pompalayacakmış. Başta kulağa çokmuş
gibi geliyor. Peki, günlük tedarik miktarının ne kadar olduğunu biliyor
musunuz? Yaklaşık 100 milyon varil. Dolayısıyla kısılacak olan oran
sadece %10… Yani çok da heyecanlanacak bir durum yok ortada.
Özellikle de şu anda dünya petrol tüketiminin günde 100 milyon değil,
90 milyon bile değil, maksimum 70 milyon varil olduğu gerçeği göz
önünde bulundurulursa… Dünyanın petrole boğulması istenmiyorsa
beyefendiler birkaç kez daha kısma yoluna gitmek zorunda
kalacaktır. Ama bunu sadece antrparantez olarak belirtmiş olalım.
Şimdilik dünya çapındaki Liqui Moly / Meguin ailemiz için son derece
önemli işimizde hepimize iyi eğlenceler ve keyifli çalışmalar dilerim.
Saygılarımla

Ernst Prost
Genel Müdür

“Bir çenenizi tutun! Sinir bozmaktan başka işe yaramıyorsunuz!”

Afiyet olsun, sevgili çalışma arkadaşlarım,
Ekonomistlerin, teorisyenlerin, kendini uzman ilan edenlerin,
politikacılarımızın ve işgüzarlık edip ille görüş belirtmekten kendini
alamayan başka herkesin ekonomimizin geleceği hakkında
söylediklerini dinlediğimde ve okuduğumda midem bulanıyor. “Büyük
İskender’den beri yaşanan en büyük kriz,” “hiç görülmemiş çöküş.”
Durumun bir anda düzelmeyeceğini ve büyük ihtimalle gayrisafi
yurtiçi hasılamızın da son yıllarda olduğundan daha kötüye
gideceğini görmek için müneccim olmak gerekmiyor. Ama toplam
milli üretimin gerilemesini ve işsizlik oranının virgülden sonra binde
birlik artışını önceden kesin rakamlarla ifade etmek, olsa olsa
şarlatanlıktır. Bu hanımlar ve beylerin kendilerinin de kesin bir şey
bildikleri yok! Aksi halde sürekli olarak farklı tahminler ve görüşler
öne sürüp durmazlardı. Onlarca yıldır söylüyorum: “Konjonktür,
kendiliğinden gelişen ve çok bilmişlerin kehanette bulunduğu bir şey
değil, şirketleri ve ekipleriyle ekonominin yaptığı bir şeydir.” Burada
vurgu, “kristal kürede görmek” değil, “yapmak” ifadesinde. Bu
ekonomik duraklama ve çöküş tahminleri gayet temelsiz ve yanlış
olabilmekle kalmıyor, hep insanları güvensizliğe ve korkuya itmek
gibi bir etkileri oluyor. Nasıl böyle bir şey yapabilirler? Bütün bunların
ne anlamı var?
En habersizimiz bile ekonominin psikolojiyle çok ilgisi olduğunu bilir
ve işgüzar birkaç “üst düzey uzman” Batı medeniyetinin tamamen
veya kısmen çökeceği kehanetinde bulunduğu takdirde insanların tüketimden vazgeçmesine ve şirketlerin yatırım yapmayı bırakmasına
hiç şaşmamak gerekir. Bunlar, ne yazık ki gerçek hayatta da bir
çöküş döngüsüne yol açan, “kendi kendini gerçekleştiren negatif
kehanetlerdir”. İnsanlar duruma pembe gözlüklerle baksın
demiyorum ama her şeyi kapkaranlık göstermenin de hiç yararı yok.
Bir de kıyamet beklentisi pompalayan ifadeler var. Baştan “sonumuz
yaklaştı” deyin bari! Bu hanımlar ve beyler adeta, birbirinden vahim
kehanetlerde bulunma konusunda birbirleriyle yarış içindeler…
Bir çenenizi tutun da bu hengamede şirketlerin, emekçilerin,
yatırımcıların, görevlilerin ve çalışanların ne yaptığını görün. Bu
tahminler normal zamanlarda bile tutmaz. Geri dönüp yıl sonuna bir
göz atarsanız, hep her tahminde bir şeylerin tutmadığını görürsünüz.
İnsanların zorunlu karantina döneminden sonra tüketime,
restoranlara, kafelere, sinemalara, yeni otomobillere ve tatile iki kat
istekle koşmayacağı ne belli? Bu krizden sonra yepyeni teknolojilerin,
yeni çalışma biçimlerinin, yeni pazarların ortaya çıkmayacağı,
ekonomiye yeni kan katmayacağı ve toplam milli üretimi aşağı
çekmek yerine canlandırmayacağı ne belli? “Rakamlara” yaslanan bu
yaklaşımlar, stabil ve güçlü bir ulusal ekonominin dinamik
bileşenlerini göz ardı ettikleri için de beş para etmez. Bunlar, insanın
yaratıcılık gücünü ve bunun için gereken buluş yapma ruhunu ihmal
eder. Sahiden, şimdiye kadarkiler arasında en büyük krize
düşeceğimizi duymanın kime ne yararı var? Aynen, hiç kimseye!
Bütün olay korku yaratmak… Lütfen sevgili enstitü temsilcileri, piyasa
araştırmacıları ve kurum yöneticileri, bir çenenizi tutun! Bırakın da biz
girişimciler, işçiler, çalışanlar, serbest meslek erbapları işimizi yapıp
huzur içinde çalışalım. Canınız istiyorsa birkaç ay sonra ekonomik
performansımız hakkında şimdi yaptığınız olumsuz kehanetlerin
neden yanlış olduğunu “açıklarsınız”. Ama şu anda artık lütfen ülkeye
her gün yeni kötü haberler haykırmayı kesin. Sinir bozmaktan başka
işe yaramıyor ve zarar veriyor!

Saygılarımla
Ernst Prost
Genel Müdür

 

 

Son Haberler

Petrol Fiyatları Pazartesi günü geriledi…

Petrol fiyatları, Orta Doğu'daki ateşkes umutları ve ABD Merkez Bankası'nın (Fed) faiz indirimlerinin zamanlamasına ilişkin artan belirsizlikler nedeniyle Pazartesi...

Diğer Haberler