Bu bölümde, gerektiğinde her ikisine de değinilmesine rağmen, daha çok otomobilde ve ilgili sanayilerde gerçekleştirilmiş olan teknolojik yeniliklerden çok örgütsel yeniliklerden söz edeceğiz.
Örgütsel ve sosyal değişim üzerinde yoğunlaşmamızın nedeni “kitle üretimi paradigmasının” ya da çok daha basit bir biçimde söylemek gerekirse, “Fordist paradigmanın” sanayi yönetim felsefesine yarım yüzyıldan fazla hakim olması ve ancak yirminci yüzyılın sonlarında, daha sonraki bölümlerde ele alacağımız yeni bir yönetim düşüncesine ve örgütlenme biçimine yol açmış olmasıdır. Fordist üretim teknolojisi, Brian Arthur (1988, 1989) tarafından belirlenen ve araştırılan ürünler ve üretim tekniklerinde egemen olan bir “kilitlenme” olgusunu herhangi bir örnekten çok daha iyi açıklamaktadır.
Nihayet Fordism, buzdolabı, çamaşır makinesi ve diğer “beyaz eşya” sanayilerinde üretim teknolojilerinin yanı sıra tüketici davranışlarını da güçlü bir biçimde etkilemiştir.
Birçok ev aletini, ortalama hane halkının ödeyebileceği nispeten ucuz mallar alanına sokarak, “dayanıklı tüketim malları” devrimini mümkün kılmıştır.
On dokuzuncu yüzyılda, ordu donatım ve dikiş makineleri gibi sanayilerde değiştirelebilir parçalar kullanımı ya da Chicago’da et paketleme sanayisinde, işleri alt bölümlere ayırarak uzmanlaştırma şeklindeki et “parçalama” hattı, bunun öncüleri olmakla birlikte, kitle üretim felsefesini ve uygulamasını yirminci yüzyıl Amerikan teknolojisinin baş örneği haline getiren Ford’un montaj hattıdır.
İkinci Dünya savaşı sırasında Amerika’nın çok büyük miktarlarda kamyon, tank, uçak ve çıkartma gemisi üretebilmiş olması, sonunda müttefiklerin Avrupa’ya çıkmalarında, İtalya ve Almanya içlerinde ilerlemelerinde belirleyici unsur olmuştur. Savaştan sonra kitle tüketimi hayat tarzıyla otomobillerin ve diğer dayanıklı tüketim mallarının kitle üretimi sadece, Birleşik Devletlerde iyice kökleşmekle kalmamış, hızla Avrupa’da ve Japonya’da da yaygınlaşmıştır. İkinci Dünya savaşını izleyen çeyrek yüzyıl dünyanın gördüğü en hızlı ekonomik büyüme dönemidir ve bu büyüme, büyük ölçüde petrol, otomobil, uçak, petro kimya maddeleri, plastikler ve dayanıklı tüketim malları temelinde gerçekleşmiştir.
Bununla birlikte, kitle üretimi ve sürekli proseslerin bu zaferi, ancak 1920’lerde ve 1930’larda dünya çapında yaşanan çok zahmetli bir yapısal uyum döneminin sonunda ortaya çıkabilmiştir. Otomobiller ve diğer mallar için oluşan kitle üretim kapasitesi yeni ürünler içn (o zaman) var olan çok sınırlı piyasaların emme kapasitesini aşmıştır.
Ancak, tüketici kredisi düzenlemeleri, yeni ücret yapıları, yeni karayolu altyapısı ve ekonominin Keynesçi bir yaklaşımla yönetilmesi gibi toplumsal yenilikler yardımı ile yeni teknolojik potansiyel ile sosyokurumsal alt yapının uyumlu hale getirilmesi mümkün olmuştur. Ucuz petrol sadece uçaklarla birlikte otomobiller ve kamyonlar için alabildiğine esnek ve evrensel bir enerji kaynağı olmanın ötesinde, kitle tüketimine de çok uygun – plastik ürünler, ambalaj malzemeleri, dönüşümsüz kaplar ve hepsinden önemlisi tüketici elektroniğinin kitle üretimine yönelik devre elemanları gibi sayısız yeni kimyasal ürünler için çok ucuz bir ham madde oluşturmuştur. Bütün bu birbirine bağımlı teknolojiler, İkinci Dünya Savaşını izleyen çeyrek yüzyılda dünya ekonomisine egemen olan Fordist teknoekonomik paradigmanın parçalarıdır.